En çok onlar acıtıyor aslında. Hani hiç olmasalar, hayatımıza hiç girmeseler farkında bile değilsin ama bir kere dokununca, tadını alınca bir kere hasretini çekiyorsun, sigara gibi ya da bağımlılık yapan başka bir şey gibi her zaman olsun istiyorsun. Mesela hiç olmamış bir sevgiliye şiir yazmaz kimse. Ama gidenin ardından yakılan ağıtlarla dolu ortalık. Devamı...
“Nasıl yani?” diye merakla sordu Kubi. Skleraları* şaşkınlıktan yemyeşil olmuş ışıldıyordu. “Şimdi bana, siz dünyalıların hiçbir şey yapmadan, boş boş oturabilecekleri bir günlerinin olduğunu mu söylüyorsun?” “Evet” diye yanıtladım. Ardından hemen “Yani kısmen boş boş geçirecek” diye düzelttim. Sonra sordum “Neden şaşırdın anlamadım, bana sizin gezegende de gün ve ay isimlerinin bizimkilerle aynı olduğunu söylemiştin diye hatırlıyorum.” “İsimleri aynıdır ama sanırım sıralamaları biraz değişik. Bizim gezegende Cumartesi’den sonra P…
Uzun zamandır yazmıyorum. Aslında yazmak istiyorum ama olmuyor. Aklımda, hayatımda olmasını istemediğim ama bir türlü de kurtulamadığım onlarca şey var. Zihnim her zaman ama her zaman sonsuz saçmalıklarla dolu bir karalama defteri gibi. İşe yarar tek bir satır yok. Bazen ölüp bazen de öldürüp kurtulmak geçiyor içimden ama her çözüm onlarca başka sıkıntının kapısını açınca vazgeçiyorum. Nevzat’ı düşünüyorum en çok. Hayatı, parmaklarımın arasından ıslak bir balık gibi kayıp giden Nevzat’ı. Yazının tamamı...
Sevmiyor beni bu şehrin kadınları; farkındayım. Beni gördüler mi saklanıveriyorlar. Sadece kadınları mı? Söğüt dalları, asma yaprakları bile ben altlarından geçerken gölgelerine sığınmayayım diye içine kapanıyorlar. Hoş ben de onlara bayılmıyorum ya. Elimde olsa hepsinin kökünü kazırdım. Ama elimde değil işte. Işıkları bile sarmıyor be! Geceleyin sokak lambaları, gökyüzünde yıldızları, hepsi ölüm sarısı bir solgunlukta, buz gibi bakıp duruyor bana. Gece, ranzanın üst katına uzanmış tavandaki çatlakları seyrediyorum. En çok karpuz lam…
1993 yılının Şubat ayında, soğuk bir Cumartesi günü 15 yaşında bir çocuğun titreyen ellerinde açtım dünyaya gözlerimi. Nedense ondan öncesini hatırlamıyorum. Belli belirsiz birkaç insan, karton kutular, makine gürültüleri, mürekkep kokuları var aklımda ama tam net bir şey yok… İlk başta çocuğun beni koynunda saklaması hoşuma gitmişti. Hatta bunu beni soğuktan korumak için yaptığını düşünüp mutlu bile olmuştum. Meğerse saklanıyormuşuz. Ama neden ki? Saklanmayı gerektirecek ne yapmıştık acaba? Evin içine girer girmez kimseye göstermeden …
Yıl 2005, aylardan kasım. O sıralar henüz farkında değilim ama iki yıldır devam eden İstanbul maceramın son zamanları. Hani herkes gelirken “seni yeneceğim İstanbul” diye iddialı bir giriş yapar ya bense daha en başından “İlk fırsatta senden kurtulacağım” diye gelmişim. Hedefim küçük yani. Belki o yüzden sevemedim, sevmek istemedim. Hatta on dakikalık mesafede olmasına rağmen bir kez bile Büyükçekmece sahiline gitmedim. Bu yazının devamını HaberLotus web sitesinden okuyabilirsiniz…
Sosyal Medya