Ağaç yaşken eğilir doğru, ama “dalında duran bir yaprağa” toprağı göstermek istersen, “dalı yere eğmekle” “yaprağı koparıp toprağa atmak” aynı şeyler değildir.
“Aklın
Kuşu Uçsun” asla listemde olmayan, hatta varlığından bile haberimin olmadığı
bir kitaptı. Evet, Ayşenur Yazıcı’yı eskilerden, televizyonda şiir okuduğu
günlerden, en son Doğa İçin Çal 2’deki performansı ile hatırlıyorum ama ne
yalan söyleyeyim yazarlığı hakkında bir fikrim yoktu. Kendisi ile TÜYAP Kitap
fuarında, Postiga Standında, arkadaşım yazar Ümit İhsan’ı ziyaret ederken
tanıştık. En başta güzelliği, sıcaklığı ve güler yüzü ile eşim ve beni
etkiledi. Biz de bize önerdiği, “Hayat sizi hiç üzmesin” diye imzaladığı, “Aklın
Kuşu Uçsun” isimli kitabını aldık. Okudum ve yorumluyorum.
Okudum
ve yorumluyorum ama bir yandan da tedirginim. Bir şekilde tanıştığım tüm
yazarlarda bunu yaşıyorum. İçimden geçeni dürüstçe söyleyebilmek, ama bunu
yaparken kimseyi kırmamak istiyorum. Bu seferde acaba “bu yazarı tanıyorum diye
torpil geçmiş olabilir miyim?” diye düşünüyorum. Öte yandan bu kitabı satın
alırken bunların hiçbirinin bir anlamı kalmadı. Sağ olsunlar, Ayşenur Yazcı ve Ümit İhsan ile sohbet
ederken konu kitap eleştirenlere gelince Ayşenur Hanım bir serzenişte bulundu. Kelimesi
kelimesine aklımda olmasa da; “Hep okurlar yazarları eleştiriyorlar. Keşke bizimde
okuru eleştirebilme şansımız olsa. Okur, yeterince iyi bir okur olmadıktan
sonra yazarın iyi bir yazar olmasının anlamı var mı?” anlamında bir şey dedi. Anlaşılacağı üzere, benim
bu blog da bulunan yaklaşık 160 yorumumun çöp olma ihtimali doğdu. Ya ben de iyi bir
okur değilsem, ya bu eleştirilerin eleştirel hiçbir değeri yoksa diye
uykularım kaçıyor.
Neyse,
bu uzun girizgâhtan sonra asıl konuya girelim ve ilk eleştirim gelsin. Ayşenur
Hanım bize bu kitabı önerirken bilim kurgu olarak önerdi. Yine facebookta Ümit
İhsan’ın “Kıyamet Tarikatı” isimli kitabından bilim kurgu ve Ümit’ten bilim
kurgu yazarı olarak bahsetmişti. Ne yalan söyleyeyim ne bu kitabın (son öykü
hariç) ne de Kıyamet Tarikatı’nın bilim kurgu türü içinde dahil edilebileceğini
pek düşünmüyorum. Sanırım yazarla aramızda bilim kurgu türünün içeriği
konusunda bir anlaşmazlık var. Neyse, bu aşılabilir bir konu ve yazar hala çok
güzel, sıcakkanlı ve güler yüzlü.
Elimde
ikinci baskısını tuttuğum kitap, 6 öyküden oluşmakta. Bu noktada uygun bir yere
bir “İçindekiler” kısmı koyulmaması eksiklik gibi geldi. Şart değil elbet ama olsa daha iyi gibi. Kısa öykülerde özet vermek istemiyorum. En ufak, hatalı bir dokunuş benden sonra okuyacak olanın keyfini kaçırabiliyor. Bu yüzden içeriklere değinmeden her öyküden kısaca bahsetmek istiyorum. En sondaki rakamlar da öyküyü diğer altı tanesi arasındaki beğeni sıralamamı gösteriyor.
Kimsesizler
Mezarlığı: Kitabın ilk ve bence en çok şey vadeden öyküsü. Evet, pek bilim
kurgu sayılmaz ama gerilim türünde ve başlı başına kitap olarak da
yazılabilecek bir hikâye. Hatta kişisel görüşüm, iş bilir bir senarist bu
konuyu birkaç sezon rahatlıkla sündürebilir. Lakin sonu biraz acele edilmiş, “hadi
bitsin artık” denmiş gibi. Ama başlangıcı ile epey heyecan uyandırdı. 5/6
Zeval
ve Hayıf: Gerçekten ilginç bir öykü. Biraz eskilerden, Michael Douglas’ın
oynadığı The Game filmi gibi. Galip Tekin, Kenan Yarar ve Ersin Karabulut için
harika bir senaryo. 3/6
Mihriban:
Bu öykü bana nedense, mahalle ihtiyarlarının anlattığı, cin peri masallarını
hatırlattı. Finali itibari ile içimin yağlarını eritti, “oh olsun dedirtti.” 6/6
7
Gün Sukut: Kişisel gelişimi örnekleyen hoş bir öykü. Finali klasik olmakla
birlikte Moğolistan’da geçen kısımların betimlemeleri dikkat çekici. Beğendim. Sadece
tam hatırlamadığım bir yerde üçüncü tekil anlatım, bir cümleliğine birinci
tekile dönmüş. Ya atlanmış ya da ben durumu yanlış algılıyorum. 4/6
His
Paratoneri: Konu itibari ile kitabın en ilginç öyküsü. Neden esas karakter
yabancı olmak zorundaydı bilmiyorum. Hatta bizzat yazarın kendisi “macera
sadece yabancı romanlarda mı olur?” demişken. Yattığı yatakta kendinden önce
yatanların hayatlarını, enerjilerini paylaşan bir adamın öyküsü. 2/6
Koğuş
99: Evet, belki de kitabın bilim kurgu diyebileceğimiz tek öyküsü. Hatta ben
çitayı bir tık yukarı kaldırıp distopya diyeceğim. 2090’lı yıllarda geçen, inancın,
umudun enerjiye dönmesinden bahseden bir bilim kurgu. Gerçekten iyiydi. 1/6
İnanç görmediğine inanmaktır, armağanıysa inandığını görmektir.
Koğuş
99 hariç diğer öykülerin, özellikle kadınlara daha kolay ulaşacağını tahmin ediyorum. Hikâyelerin
romantizmi ve duygusallığı ile Meave Binchy’e benzettiğimi söyleyebilirim. Postiga’dan
çıkan kitabın baskısı yine çok kaliteli. Ancak kozmetik reklâmlarından fırlamış
ve öykülerden hiçbiri ile bağlantısını kuramadığım kapağı beğenmedim. Bunu yanında
benim gibi dilbilgisi cahilinin bile dikkatini çekecek imla hataları var. Yazara
“mutlaka bir kitabını daha okuyacağım” diye söz vermesem de “bundan sonraki
kitaplarını takibe aldığımı, kapağı, tanıtım yazısı ve konusu ile dikkatimi
çeken bir kitabı olursa mutlaka alıp okuyacağımı” söyleyebilirim. Yazardan bahsetmişken
size ne kadar güzel, sıcakkanlı ve güler yüzlü olduğundan bahsetmiş miydim?
2 Yorumlar
Merhaba,
YanıtlaSilKapak fotosu ararken sayfanıza düşmekten sonsuz mutlu oldum. Bana bir dileğimi gerçekleştirdiniz. Eleştirilmek. Ama okuyan biri tarafından eleştiriliyor olmak. Güzel gönlünüz, harf dolu aklınız, kitapla büyümeye olan hevesiniz hiç sönmesin. Bayıldım sayfanıza.
Ben de okuduğum kitapları eleştiriyorum :) Sayfamda yayınlıyorum bazılarını. Sevgilerle
Not: O güzel kızın da yanaklarından öptüm.
Bu yorumu görünce ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. İltifatlarınız ve iyi dilekleriniz için çok teşekkürler. Umarım tüm dilekleriniz gerçek olur...
SilYorumlarınız bizim için önemli...