Şili'de Alaturka - Mehmet Mollaosmanoğlu





       Mehmet Mollaosmanoğlu’nun son kitabı Şili’de Alaturka en nihayetince çıktı; karantina günleri bahane oldu, bir çırpıda bitti.

Açık konuşayım, eğer ilk elli sayfaya katlanabilirseniz iç içe geçmiş sarmal labirentlerle örülü harika bir macera sizi bekliyor. Yazarın diğer kitaplarına nazaran mistik öğelerin neredeyse hiç kullanılmadığı bu kitabın ilk elli sayfasında her yerden bir şey fışkırıyor. Sayfalar kelime oyunları, karakter tahlilleri, tasvirler, betimlemeler başta olmak üzere edebiyat dünyasına ait her bir terimden örnekler, birbirine ulanmış, okurken virgüller, noktalı virgüller deryasına yakalanmış bir gemide deniz tutmuş bir yolcu minvalinden başınızı döndüren, içinizi bunaltan upuzun cümleler ile bezeli.

Haliyle bu durum okurken kendinizi gökyüzünde, yüksek bütçeli bir havai fişek gösterisinin ortasında kalmış bir kuş gibi hissettiriyor. Evet, teknik olarak zor, pahalı ve muhteşem görünüyor ama kuşun (okurun) ruh hali ile baktığınızda bilfiil içinde olmak isteyeceğiniz de şüpheli. Dilde yenilikçileri desteklerken, sadelik akımını destekleyenleri kahrından öldürmeye teşebbüs etmek bu. Neyse ki girizgah bitip macera başladıkça bu durum azalarak son buluyor.

 



Kitabın özüne dönelim. Yazarı takip edenler saplantı derecesindeki Güney Amerika aşkını bilirler. Bir önceki kitap “Peru Travması” gibi “gerçekten de bu kadar güzel midir?” diye merak ettiğim ama hala isimlerini bakmadan yazamadığım şehirlerde geçiyor. Karaktere alışmakta zorluk çekmiyoruz. Zira pek çok açıdan bir yerlerden tanıdık. Zengin, küstah, bencil, pusulası pipisi ve elbette genç kızların gözdesi olan yakışıklı bir erkek. Sıradan olan tek şey, adının Osman olması.

Uzatmayalım, Rio’ya hovardalığa giden Osman, jetlag ile votkayı karıştırınca ayarı kaçırıyor ve sınır dışı ediliyor. Tabi Rio karnavalından sıfır çekerek geri dönmeyi gururuna yediremeyen kahramanımız şansını bir de Şili’de denemek isteyince kurulu kapanın içine gönüllü olarak düşüyor ve macera başlıyor. Tam emin değilim ama muhtemelen Şili’de yaşanan gerçek bir olayın üzerine dantel gibi işlenmiş bir kurgu sizi içine alıyor. Kahramanın başlangıçta şüphelenip “Yok artık o kadar da değildir” diyerek inanmayı reddettiği her şey gerçek çıkıyor.

Özellikle şehir anlatımları ve çöl tasvirleri son derece başarılı. İstemsizce keşke orada olsam diyorsunuz. Tabi böylelikle yazarın sıklıkla gerçekleştirdiği Güney Amerika seyahatlerinin sadece fotoğraf çekmekten ibaret olmadığını da anlıyorsunuz. Karakterlerin kişiliği doğrudan bünyenize işleyecek kadar iyi anlatılmış. Isidro ile bir olup Gabriel’in kaşını gözünü patlatmak isterken Melina’nın boşta arkadaşı var mıdır diye merak ediyorsunuz. Sadece Gabriel’in yazarın yolculuklarında tanıdığı gerçek bir karakter olmasını, Netflix gibi sjw saçmalıklarına alet olup hadi burada da eşcinsel bir karakter olsun diye hikayeye dahil edilmemiş olmasını umuyorum.

Son olarak covid denen illetin dünyadan uzaklaşmasını, fuarlarda yeniden bir araya gelmeyi istiyorum. Yazarlık yolunda kendisinden öğrendiklerim bir yana, en ihanete uğramış anında bile “alçak haysiyetsiz” demek isteyip vazgeçen karakterler yaratan naiflikte biriyle oturup sohbet etmeyi özledim.

Yolun açık olsun demiyorum, yolun zaten açık. Umarım o yolda seni takip etmeye hevesli insanlarla buluşursun.

 



Yorum Gönder

0 Yorumlar