Açık konuşayım,
eğer ilk elli sayfaya katlanabilirseniz iç içe geçmiş sarmal labirentlerle
örülü harika bir macera sizi bekliyor. Yazarın diğer kitaplarına nazaran mistik
öğelerin neredeyse hiç kullanılmadığı bu kitabın ilk elli sayfasında her yerden
bir şey fışkırıyor. Sayfalar kelime oyunları, karakter tahlilleri, tasvirler,
betimlemeler başta olmak üzere edebiyat dünyasına ait her bir terimden
örnekler, birbirine ulanmış, okurken virgüller, noktalı virgüller deryasına
yakalanmış bir gemide deniz tutmuş bir yolcu minvalinden başınızı döndüren,
içinizi bunaltan upuzun cümleler ile bezeli.
Haliyle bu durum okurken kendinizi gökyüzünde, yüksek bütçeli bir havai fişek gösterisinin ortasında kalmış bir kuş gibi hissettiriyor. Evet, teknik olarak zor, pahalı ve muhteşem görünüyor ama kuşun (okurun) ruh hali ile baktığınızda bilfiil içinde olmak isteyeceğiniz de şüpheli. Dilde yenilikçileri desteklerken, sadelik akımını destekleyenleri kahrından öldürmeye teşebbüs etmek bu. Neyse ki girizgah bitip macera başladıkça bu durum azalarak son buluyor.
Kitabın özüne
dönelim. Yazarı takip edenler saplantı derecesindeki Güney Amerika aşkını
bilirler. Bir önceki kitap “Peru Travması” gibi “gerçekten de bu kadar güzel
midir?” diye merak ettiğim ama hala isimlerini bakmadan yazamadığım şehirlerde
geçiyor. Karaktere alışmakta zorluk çekmiyoruz. Zira pek çok açıdan bir
yerlerden tanıdık. Zengin, küstah, bencil, pusulası pipisi ve elbette genç
kızların gözdesi olan yakışıklı bir erkek. Sıradan olan tek şey, adının Osman
olması.
Uzatmayalım,
Rio’ya hovardalığa giden Osman, jetlag ile votkayı karıştırınca ayarı kaçırıyor
ve sınır dışı ediliyor. Tabi Rio karnavalından sıfır çekerek geri dönmeyi gururuna
yediremeyen kahramanımız şansını bir de Şili’de denemek isteyince kurulu
kapanın içine gönüllü olarak düşüyor ve macera başlıyor. Tam emin değilim ama
muhtemelen Şili’de yaşanan gerçek bir olayın üzerine dantel gibi işlenmiş bir
kurgu sizi içine alıyor. Kahramanın başlangıçta şüphelenip “Yok artık o kadar
da değildir” diyerek inanmayı reddettiği her şey gerçek çıkıyor.
Özellikle şehir
anlatımları ve çöl tasvirleri son derece başarılı. İstemsizce keşke orada olsam
diyorsunuz. Tabi böylelikle yazarın sıklıkla gerçekleştirdiği Güney Amerika seyahatlerinin
sadece fotoğraf çekmekten ibaret olmadığını da anlıyorsunuz. Karakterlerin kişiliği
doğrudan bünyenize işleyecek kadar iyi anlatılmış. Isidro ile bir olup Gabriel’in
kaşını gözünü patlatmak isterken Melina’nın boşta arkadaşı var mıdır diye merak
ediyorsunuz. Sadece Gabriel’in yazarın yolculuklarında tanıdığı gerçek bir
karakter olmasını, Netflix gibi sjw saçmalıklarına alet olup hadi burada da
eşcinsel bir karakter olsun diye hikayeye dahil edilmemiş olmasını umuyorum.
Son olarak
covid denen illetin dünyadan uzaklaşmasını, fuarlarda yeniden bir araya gelmeyi
istiyorum. Yazarlık yolunda kendisinden öğrendiklerim bir yana, en ihanete
uğramış anında bile “alçak haysiyetsiz” demek isteyip vazgeçen karakterler
yaratan naiflikte biriyle oturup sohbet etmeyi özledim.
Yolun açık olsun
demiyorum, yolun zaten açık. Umarım o yolda seni takip etmeye hevesli
insanlarla buluşursun.
0 Yorumlar
Yorumlarınız bizim için önemli...