Ahmet Ümit seanslarıma devam
ediyorum. Resmen keşişler gibi çile dolduruyorum şerefsizim. Kitap 14 öyküden
oluşuyor. Bu öykülerden ilk beşi 80 döneminin solcularının acılarını,
korkularını, bu ülke için ne kadar büyük fedakârlıklara katlandıklarını, neyse
ki içlerinde hiç kötülük olmadığını, aslında tanısak, hepsinin iyi çocuklar
olduğunu falan anlatıyor. Diğer öyküler Nevzat’ın başrolde olduğu polisiye! öyküler.
Kitabın bana en büyük faydası ÖSYM
kurullarının paragraf sorularında kullandığı paragrafları nereden
bulduğunu öğretmesi oldu. Özellikle ilk bir kaç sayfada her an bir yerde biri
çıkıp “Yukarıdaki paragrafta yazarın içinde bulunduğu hangi ruh haline yer verilmemiştir?”
diye soracakmış gibi geliyor. Buyurun bakınız; S:17 “Artık bu evi sevmiyorum; bu geniş salonu, aynalı dar antreyi, loş
mutfağı, yazları fırın gibi sıcak, kışları buzdolabı gibi soğuk olan bu küçük
odayı; bu küçük odada uyumayı, uyanmayı, yerdeki sarı çiçeklerle kaplı halıyı,
açık kahverengi mobilyaları, dantelli tül perdeleri sevmiyorum. Duvardaki
resimler bir şey anlatmıyor bana. Seramik saksılardaki çiçekler sevinç
taşımıyor, kitaplar somurttukça somurtuyor karşımda”
Yine ilk beş öykünün başına küçük
birer alıntı serpiştirilmiş, en ilgimi çeken, hayranlığımı cezbeden “Ölümün
Hükmü Yok” isimli öykünün başında yer alan, Dylan Thomas’ın yazdığı ve Bülent
Ecevit’in çevirisini yaptığı şiir oldu. Eskiden ne güzel günlerimiz, şiir
çevirisi yapacak kadar naif, kültürlü devlet adamlarımız varmış.
Öykülere dönecek olursak,
diyaloglar her zaman ki gibi yapay. Az önce bahsettiğim öyküde iki işkenceci
polis, gözleri bağlı mahkûmu sürükleyerek götürürken polislerde biri
“Kahramanımıza bakın, nasıl da rüzgara tutulmuş yaprak gibi sallanıyor…”
gibisinden bir cümle kuruyor mesela. Şu cümleyi kuran adam polislik mi yapar?
Üzülme devrimci arkadaş, işkencecin en az senin kadar entelektüel. Amaçladığın
devrim inceden işe yaramaya başlamış, hatta devrimin etkileri poliste bile
görülmeye başlamış ama polis farkında değil.
“Bazı cinayetlerin aydınlatılması polisin çabasına değil, siyasi iktidarın tavrına bağlıdır. Elinizde ne kadar ipucu, ne kadar somut kanıt olursa olsun hiçbir yararı olmaz.”
Nevzat’ın adının geçtiği öyküler,
romanlara kıyasla daha derli toplu, ne yalan söyleyeyim daha okunur vaziyette.
Demek ki konu uzadıkça suyu çıkıyor. Ancak her zaman dediğim gibi kendini
“Türkiye’nin önde gelen polisiye yazarlarından biri” olarak lanse ettiren biri
için çılgın hatalar var. Mesela olay mahallinde, cesedin yanı başında, sigara yakan, külünü aynı odanın içindeki bir
küllüğe döken bir komiser var. Olay yeri disiplini, delillerin ne olacağı kimin
umurunda. Başka bir öyküde kesik bir bacak ve kanlı bir gecelik var. Adli Tıp
sadece bacak ve gecelikteki kan grubunun aynı olduğuna dair rapor veriyor. Hem
de ikisinin aynı kişiye ait olup olmadığını tespit etmek gibi bir seçenek
varken.
Nerdeyse her cinayet şans, kader
talih, tesadüf, bin bir imkânsız olasılığın üst üste gelmesi sonucu çözülüyor.
Çok afedersiniz tabiri caizse Nevzat’ın kıçından bal akıyor. “Hele Siyah Taşlı
Yüzük” hikâyesinde geçen olayı bir gün bir muhabbette nasıl çözdüğünü anlatsa
kimse inanmaz. Resmen avcı muhabbeti yapıyor muamelesi görür. Polisiye hikaye
değil, fantastik hikaye olsalar, ancak bu kadar imkansız olay birbiri ardına
denk gelir.
Kapak güzel. Doğan Kitap’ın standart Ahmet
Ümit tasarımı. Turuncu-siyah sırt yasarımı, siyah arka kapak. Ön kapakta
illüstrasyon hoş. Arka kapakta iki adet yorum var, bildiğin coşmuşlar,
inanmayın. Kısa, basit, amaçsız bir kitap sevmedim, bir şey öğrenmedim.
Kitabının özeti, kitabı nasıl, iyi midir, okumalı mıyım, tavsiye,
öneri, indir, konusu ne, kim yazmış çok satanlar mutlaka oku kim yazdı kitap
roman Ahmet Ümit, polisiye, çıplak
ayaklıydı gece, en iyi polisiye yazarı, kitabını indir, kitabını oku, kitabının
özeti, pdf,
0 Yorumlar
Yorumlarınız bizim için önemli...