Rakija. Erik rakısı da derler. Bizim oralardan… Belki bir daha içme fırsatın olmaz, tatmadan gittim dünyadan demezsin!
Sabahın altısında yorum yapmak da adet oldu. Gerçi keyfimden değil,
Aral efendi yüzünden eleştirel yaşamım yeni bir boyut kazandı. Aslında pek şikâyetim
yok, nicedir yapmak istediğim bir şeydi, hayata geçirmeye Aral vesile oldu.
Bu kez yine memleketten, Edirne’den bir yazar var. (Aslen Adana’lı ama
17 seneden beri burada yaşıyor. Bu onu en az benim kadar Edirne’li yapar.) Edirne
Kitap Okur Grubu’nda ayın kitabı sırasını bana verince aklıma birden geliverdi,
pat diye söyleyiverdim adını. Bir tek Edirne’li olması ile değil, Kayıp Rıhtım,
gölge e-dergi, Seyfettin Efendi ve daha birçok platformda ismi karşıma çıkan
songulyabani Mehmet Berk Yaltırık ve kitabı Yedikuleli Mansur karşınızda…
Mansur’un hikâyesi 1500’lü yılların ortasında, zorbazlar, kabadayılar,
kulağı kesikler bıçkın delikanlılar, itler, kopuklar, aşufteler ve daha pek
çokları arasında geçiyor. Elbetteki insanlar dünyasına ait bu karakterlere,
yazarlık uzmanlık alanı olan yeraltı dünyasının canavarları, ecinnileri,
urdalakları, hortlakları eşlik ediyor.
İşte tüm bu ahval dâhilinde, bir tas sıcak çorbaya hasret ama
zorbazlığa namzet, şahsına Yedikuleli mahlasını münasip bulup yakıştıran
Mansur, İstanbul gecelerinin heyulası Ases Ahmet’in, ne idüğü belirsiz bir
gulyabani tarafından katledilmesini üzerine yollara düşer. Gayesi, bileğinin
kuvveti, gölgesinin heybeti ile İstanbul’un tüm tekmil kabadayılarının birden
karşısında susta durdukları Kara Şaban’ın çırağı olup, racon, besa ve yiğitlik
adına öğrenmek, sokaklarda göğsünü gere gere, topuk vura vura, nara ata ata
yürümektir.
Lakin elbetteki işler bu kadar basit değildir. Mansur Kara Şaban’a
kapulandığı daha ilk günden hem öte dünyanın mahlûklarını, hem de bu dünyanın bil
cümle cadılara taş çıkartacak kadar acımasız insanlarını karşısında bulur.
Mansur bir yandan zorbazlık sanatını öğrenir, bir yandan da İstanbul’u
ecinni belasından temizlemeye çalışırken biz de sürükleyici bir macerayı okuyup
duruyoruz. Toplantıya gelecek diye değil ama Edirne’li yazarlar içinde
kesinlikle en profesyonel işi kitap. Tarih doktorası yapan yazar, özel ilgi
alanı olan Anadolu ve Balkan efsaneleri hakkındaki bilgisini de ustalıkla
kullanmış.
Yedikuleli Mansur’un hikayesi gerçekten sürükleyici, kendi adıma
beğendim. Okurken pek çok kere kendimi Kara Şaban ve Mansur’un ardında, ceketim
omuzlarımda, ayakkabılarımın üzerine basmış, topukları takırdatarak yürürken
buldum. (Kitaptaki racona ters ama benim hayalimdeki kabadayı profili bu
şekilde ne yapayım?)
“Toprak ayağına torpil geçiyorsun, bu kitabın hiç mi kötü yanı yok?” diye merak edenler; sıradaki paragraf sizin için…
Evvela, her ne kadar akıcılığı çok etkilemese de, konunun akıcılığı
içerisinde, anlamını bilmeseniz bile bir şekilde fikriniz olsa da, çok fazla
eski kelime var. Belki biraz daha sade dil kullanılabilirdi. (Ancak yine de bu
husus tartışmaya açık, herkes başka bir fikir ileri sürecektir.) İkinci olarak
da önsözde ve dipnotlarda kitabın pek çok noktasının gerçekle alakalı olmayıp,
kurgusal olduğunu belirten itirafları, dürüstçe bulmakla beraber, romanın
tadını ciddi derecede kaçırdığını düşünüyorum. Tüm bunlar kitabın sonunda da
açıklanabilir, okur “ben gerçek sanmıştım, meğerse adam ne kurgulamış arkadaş”
diye hayıflandırılabilirdi. (Belki inanmayacaksınız ama “hayıflandırılabilirdi”
kelimesi için word hata vermiyor.) Aynı şekilde karakterler türkü
mırıldandığında dipnotla “o yıllara uzanıp uzanmadığı meçhul olup, kurgu icabı
zikredilmiştir.” demek yerine, mısraların Türkçe karşılığını vermek, çok daha
güzel olacaktı. Son olarak romanın zaman kurgusunu da yadırgadım. Kara Şaban ve
tayfasının her yere yürüyerek gittikleri ve ciddi mesafeler kat ettikleri göz
önüne alınırsa, her şeyin bir güne sığması pek makul gelmedi. Öte yandan
Kırım’a göz açıp kapayıncaya kadar gidip gelmelerini hiç yadırgamadığım
düşünülürse belki sıkıntılı olan benim zaman algımdır; bilemem.
Kitap, İthaki’den çıkmış ve 2 baskı yapmış. İthaki’nin kendine has
fiziki kalitesi her zamanki kusursuz olmakla birlikte yer yer imlada sıkıntılar
göze çarpıyor. İçeriğin tüm orijinalliğine rağmen kapağın ciddi derece Oktay
İhsan Anar kapaklarına benzemesi hoş olmamış. (Not: Toplantıda da bunu belirttik, lakin Oktay İhsan Anar’ı bu
türün piri olarak kabul ettiği için bunun normal olduğu cevabını alınca, sağ
elimizi sol omzuma götürüp “eyvallah” dedik)
Velhasıl masal, hurafe, kocakarı hikâyesi ya da adına her ne derseniz deyin, bu alandaki akademik bilgisi, bunları anlatmak, aktarmak istemede ki hevesi ile güzel bir adam tanıdık. İnşallah sadece yazdığımız kitapları tartışmak için değil, kahvede çay içmek içinde bir araya geliriz.
Yayın tarihi: Mart 2017 (2. Baskı)
Yazar: Mehmet Berk Yaltırık
Ebat: 13,5 x 21 cm
Sayfa: 296
ISBN: 9786053756484
0 Yorumlar
Yorumlarınız bizim için önemli...