Belki de hayatın bizim için bu kadar değerli olmasının sebebi, her şeyin yapılmasının mümkün olmayışında gizliydi. Elveda Gülsarı, eşim sayesinde tanıştığım C engiz Aytmatov’ un okuduğum ilk kitabıydı. Bu kitaptan sonra yazarın tüm kitaplarını edinmeye karar vermiştim. Sanıyorum iki kitap haricinde tüm külliyat (hatta bu kitabın üç farklı yayınevinden üç değişik edisyonu) elimde mevcut. Ancak o zamanlarda henüz şimdiki gibi yorum yapma merakım olmadığı için bu kitap hakkında hiçbir fikir beyan edememiştim. İşte bu nedenle bir kere…
Ben savaşta ölen bütün yiğitlerin ve oğlumun önünde saygıyla eğilirim. Masalbeg’le onur duyuyorum bugün. Ama hiçbir onur duygusu Masalbeg’i geri veremez bana. Bütün anaları dolaş, sor, bu onuru oğullarına yeğ tutmayacaklar. Analar yavrularını yaşamaları için doğurur. 2015 yılını Cengiz Aytmatov ile kapatayım istedim. İyi de yapmışım. Son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardan biri. Açık konuşayım Aytmatov’un olay kurguladığı kitapları beğenmiyorum. Ancak bu kitap gibi gerçek hayattan kesitleri aktardığı kitaplarda inanılmaz başarılı…
"Her yazar bir milletin çocuğudur ve o milletin hayatını anlatmak, eserlerini kendi milli gelenek ve törelerini kaynak alarak zenginleştirmek zorundadır. Benim yaptığım önce bu, yani kendi milletimin geleneklerini ve hayatını anlatıyorum. Fakat orada kaldığınız takdirde bir yere varamazsınız. Edebiyatın milli hayatı ve gelenekleri anlatmanın ötesinde de hedefleri vardır. Yazar, ufkunu milli olanın ötesine doğru genişletmek ve 'evrensel' olana ulaşmak için gayret göstermek durumundadır. İyi yazar 'tipik insan' ortaya ko…
"Deniz kıyısında koşan Ala Köpek Sana geliyorum, yapayalnızım. Orhan Atam yok, Babam Emrayin yok, Akam Mılgın yok... Nerede olduklarını gel bana sor. Ama bırak da önce kana kana su içeyim..." Aytmatov, sanırım Rusya kıyılarında anlatılan bir efsaneyi, yine buruk, acıklı bir hikaye ile harmanlamış. Sanırım diyorum; zira yazarın adının geçtiği her yerde "gelmiş geçmiş en büyük Türk yazar, Aytmatov okumak Türklüğü okumaktır" gibi milliyetçilik üzerinden tantana yapılsa da kitaplarının arka planınında anlatıla…
"Bazıları insan hayatının önemli olduğunu sanıyorlardı... Ne laf ya! Devlet bir sobadır ve yakıtı da yalnız insanlardır." Kitap, daha önce bahsettiğim ve aslında pek o kadar da beğenmediğim Gün Olur Asra Bedel isimli kitabın, içeriği ve yayınlanacağı dönem itibari ile devlet tarafından sansürlenerek kitaptan çıkarılan kısmı. Sebep ne olursa olsun sansürü asla tasvip etmesem de bu sefer iyi ki sansürlemişler diyorum. Zira Yedigey'in tonla anısı arasında kaybolup gidecekken bu hali ile daha okunası olmuş. Cengiz H…
Başta Fransız şair Louis Aragon olmak üzere bazı kaynaklar Cemile için "dünyanın en güzel aşk hikayesi" ifadesini kullanmışlar. bir gün bu blog meşhur olursa bende hiç değilse o bazı kaynaklar arasında yer alabilmek onuruna erişmek için diyorum ki "Cemile dünyanın en güzel aşk hikayesidir" Aslında biraz düşününce bu hikayeyi beğenmek için somut bir sebebiniz yok. aksine normal şartlarda beğenmeyeceğiniz, hatta yerden yere vuracağımız bir aşk hikayesi bu. Zira bize yakışmayan, delikanlıyı bozacak herşeyi içind…
Hangisi daha önce bilmiyorum ama muhtemelen aytmatov'un kitabı filmden öncedir diye düşünüyorum. Filmi izlemeyen yoktur sanırım. Kitapla film büyük oranda paralellik gösterse de kitabın anlatımı çok ama çok daha etkileyici. İlyas'ın acısı içinize işleyecek. Öte yandan filmi izleyip kitabı okuyan birisi olarak diyebilrim ki;Kadir İnanır kitaptaki İlyas kadar etkileyici iken, Türkan Şoray Aysel'in yanına bile yaklaşamamış.
Elveda Gülsarı ile aynı teknikle yazılmış bir kitap. Cenaze konvoyu boyunca Yedigey'in anılarını yadetmesi üzerine kurulu. Okurken güzel, Kazakların yaşamı hakkında epey detay içeriyor. Ama okumayan da çok bir şey kaybetmez... Fakat asıl hikayeyle eş zamanlı ilerleyen bir bilim kurgu hikaye var ki... Avatarı gölgede bırakacak derecede uçuk, bi o kadar mesnetsiz. Uzayda keşfedilen yeni yaşam formları üzerinden medeniyetin hali üzerinden felsefe yapmaya çalışmak bence çok gereksiz olmuş. Ha bir de işbu hikayenin sonunun hiç bir y…
Bloğun takipçileri Aytmatov'u ne kadar sevdiğimi bilir. Ancak bu sefer olmamış diyebileceğim bir kitap. Yazarın son rolamnı olan Ebedi Gelin adını eski bir Kırgız efsanesinden alıyor. Diğer kitaplara göre günümüze daha yakın bir zaman diliminde geçen hikaye bolca sistem eleştirisi içeriyor. Özellikle ilk 100 sayfası (kitap 226 sayfa) aşırı sıkıcı olan konu, sonrasında biraz hızlansa da; bahsi geçen aksiyonun kurgu zayıflığı, planın saçmalık derecesinde basit olması, diyalogların son derece yapay olması yazarın okuduğum diğer…
Savaş sonrası Süleymanova köyüne öğretmen olarak görevlendirilen Duyuşen ile öğrencisi Altınay'ın köyün girişine diktiği kavakların anlatıldığı Aytmatov'un harika bir hikayesi daha. Sadece 61 sayfaya sığdırılmış olmasına rağmen anlatım güzelliği ile yine büyülüyor.
Aslında geminin değil, bir çocuğun öyküsü bu. Ama ne öykü a dostlar. Hani hepimizin (özellikle bizim gibi çizgi romancıların) çocukluğunda olmuştur ya gözlerini kapar kendini kızılderililerin arasında bulursun, kulağını çeken birini hayallerinde eşek sudan gelene kadar döversin. Öykümüzdeki çocuk da böyle anne ve babasının terkettiği, orman bekçisi dedesinin yanında bir kulubede yaşayan, yalnızlıktan kendine taşları, dürbününü arkadaş yapan kimsenin adıyla bile çağırmadığı bir çocuk. Ama bir çocuğun hayal dünyası, aklından geçirdikleri…
Size hiç oluyor mu bilmem. Bazen bir kitabı bitirdikten kapağını kapatıp, gözünüz uzaklara dalar durursunuz. Aklınıza o romanda bahsedilen yerler, köyler, kahramanlar gelir, keşke yanında ben olsam, yardım etsem diye düşünürsünüz. Şu an ilk aklıma gelen Yüzüklerin Efendisi mesela. Ama bir de her Aytmatov kitabından sonra bu hisse kapılıyorum. Ve on paralık yazarlık tecrübemden soğuyorum. "Lan neden kasıyorum ki. Ne yaparsam yapayım asla bu adamın yazdıklarına benzemeyecek" diyorum. "Sultan Murat" da böyle bir ki…
Sosyal Medya