Ben savaşta ölen bütün yiğitlerin ve oğlumun önünde saygıyla eğilirim. Masalbeg’le onur duyuyorum bugün. Ama hiçbir onur duygusu Masalbeg’i geri veremez bana. Bütün anaları dolaş, sor, bu onuru oğullarına yeğ tutmayacaklar. Analar yavrularını yaşamaları için doğurur.
2015 yılını Cengiz Aytmatov ile kapatayım istedim. İyi de
yapmışım. Son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardan biri. Açık konuşayım
Aytmatov’un olay kurguladığı kitapları beğenmiyorum. Ancak bu kitap gibi gerçek
hayattan kesitleri aktardığı kitaplarda inanılmaz başarılı. Özellikle bu
kitabın her sayfası, her satırı ayrı güzel…
Aytmatov, sadece yazarlığı ile değil, yaşadığı hayat ile de
saygı duyulası bir insan. Savaşın acısını, zorluğunu, kaybetmenin anlamını, bu
kadar çok şey kaybettikten sonra kazanmanın anlamsızlığını çok iyi bilen biri. Ve
bildiklerini anlatabilmede de son derece usta. Kırgız insanın fedakarlıkları,
Stalin döneminin ve elbette ki savaş yıllarının hatıralarını okurken,
anlatılanları gerçekten yaşıyorsunuz. Toprak Ana da okuduğum savaş sırasında
kolhoz hayatını anlatan diğer Aytmatov kitapları arasında belki de en iyisi.
Toprak Ana, Svankul gibi Kasım gibi insanlar ölünce neden dağlar devrilmiyor, göller neden taşmıyor? Baba oğul, ikisi de yaman çiftçiydiler. Dünyayı böyle insanlar var etti, böyle insanlar besledi. Savaşta yine onlar savundu bizi. Savaş olmasaydı kim bilir neler başaracaklardı daha. Ne kadar çok tarlayı ekip biçeceklerdi. Emeklerinden nice insan faydalanacaktı. Karşılıksız bırakmayacaklardı emeklerini. Ne mutlu günler yaşayacaklardı. Söyle bana ey Toprak Ana, insanlar savaşsız yaşayamazlar mı?
Hikaye, yazarın sıkça başvurduğu bir şablon üzerine kurulu.
Kitabın ana karakteri an be an geçmişi hatırlıyor ve okura anlatıyor. Sadece bu
sefer kitabın ana karakteri, memleketine, toprağına, alın terine vurgun Tolgunay , hatıralarını Toprak Ana ile paylaşıyor. Toprak Ana bir simge olmaktan çıkarılıp,
karakterize edilmiş. Tolgunay evliliğinden itibaren, savaş yıllarını, kocasını evlatlarını ve gelinini kaybetmesini satır satır, burnumuzun direğini sızlata
sızlata anlatıyor. Anlatımlardaki tasvirler, benzetmeler çok güzel. Çiçeklerin,
ağaçların, hatta biçerdöverin benzin kokusunu bile duyabiliyorsunuz. Mesela
şuna bakın, ben bin yıl düşünsem böyle bir benzetme aklımın ucundan geçmez; “Koyunlar
yağlı kuyruklarını sallaya sallaya, tozlar içinde, ayaklarını dolu yağar gibi
yere vurarak geçip giderlerdi.”
İyilik sokakta bulunmaz, insanlardan öğrenilir.
Elips Kitaptan okuduğum öykü kesinlikle çok daha iyi bir
edisyonu hakkediyor. Bence tüm öykülerin toplandığı hard cover bir baskı şahane
olur. Ön yüzde yağlı boya bir tablodan alınmış gibi duran bir resim var. Arka
kapak aynı yayın evinin diğer Aytmatov kitaplarından farklı. Diğerlerinde
genelde hep aynı Aytmatov biyografisi varken bunda kitaba özel sayılabilecek
bir tanıtım yazısı var. İç kapakta maalesef yine orijinal isim yok. Bu, sanırım
Cengiz Aytmatov’u Türk yazar olarak lanse etme kaygısından ileri geliyor. Ama adam
bal gibi Kırgız işte. Neyse bu başka bir tartışmanın konusu. Sonuç olarak,
kesinlikle ama kesinlikle, özellikle savaş meraklılarının mutlaka okuması
gereken bir eser, hatta şaheser.
Ey zafer! Seni ne kadar ama ne kadar bekledik! Aramıza hoş geldin zafer! Merhaba, göz yaşlarımızı bağışla. Aşirali’in göğsüne başını koyup ellerine sarılarak “Nerede benim Kasım’ım nerede” diye çırpınan Aliman’ı hoş gör. Hepimizi bağışla ey zafer. Bunca kurbanlar verdik senin uğruna. “Benimkiler nerede?”, “Oğlum nerede benim” diye yükselen seslerimizi, acılı çırpınışlarımızı bağışla. “Üzülmeyin hepsi dönecek.” Diyen Aşırali’yi de bağışla. Aşırali’yi kucaklayıp öperken oğullarımı, Svankul’u düşünüyorum hep. Bir tanesi bile dönmedi. Beni bağışla ey zafer.
0 Yorumlar
Yorumlarınız bizim için önemli...