Bir Witcher’in hayatı kolay değildir. Yaptığı iş gereği boğazına kadar pisliğe batıp tüm şehri tehdit eden ölümcül canavarların peşine düşer, denizkızlarını ikna etmeye çalışır. Asıl meselenin ejderhayı öldürmek değil hazinesinin nasıl paylaşılacağı olan bir maceraya gönülsüzce katılmak, insanların mı yoksa kadim türlerin mi daha büyük canavarlar olduklarına karar vermek zorunda kalır. Sihirbazlar, prensler, canavarlar, derebeyleri, rahipler, ozanlar ve her türden canavar bu topraklarda yaşar, hayatta kalmak için savaşır, sever ve nefret eder. Hepsinin arasında ise Rivyalı Geralt tek başına yürür.
İlkinin üzerinden fazla zaman geçmeden ikincisi de çıkmış. Duyar duymaz
Güneş’e haber verdim; al da okuruz diye ama geç kalmışım. Gerald’ın Edirne de
ki en büyük hayranı olarak çoktan almış meğerse. Okur okumaz da bana getirdi;
artık amaç kitaplarını benimle paylaşmak mı yoksa, hayranı olduğu Witcher
serisinin daha geniş kitlelerce tanınmasını sağlamak mı onu bilmem. Tek bildiğim
bu kez bana “hadi daha okumadın mı” diye soramadan iade ettim kitabını. Şimdi
de yorumumu yazıyorum.
Yorum demişken, sanırım, bloggerlik kariyerimin sonlarına yaklaşıyorum.
Nedendir bilmem ama artık okuduğum kitaplara yorum yazmak zül geliyor. Üç yılın
sonunda tanıştığım birkaç güzel insan dışında, iki elin parmakları kadar geri
dönüş alamamak hevesimi kırdı belki de. Mesela bu yorumdan itibaren Ilgın’ın
resimlerini paylaşmaktan vazgeçiyorum. Uğraşmak içimden gelmiyor çünkü. Siz farkında
değilsiniz ama o sevimli sıpanın buraya bir fotoğrafını koyacağım diye anamdan
emdiğim süt burnumdan geliyor. İşe yarar tek kare fotoğraf çekebilmek, inanın
şu yorumu yazmaktan daha çok zaman alıyor. Büyüdükçe kaprisi de artar oldu. Dondurma
sözü almadan, kitabı eline almıyor zaten; alsa da hep şebeklik, hep şımarıklık.
Bilmem fark ettiniz mi bu kez girizgâh, hem uzun, hem de içerikten
alakasız oldu. Zira kitabın üzerine konuşulacak pek bir tarafını bulamadım. Adamın
biri var, belli prensipleri dahilinde önüne geleni –genelde canavar olanları-
doğruyor.
İlk kitabın aksine aksiyon dozu daha düşük. Geralt bu kez efsanevi
canavarlarla değil de kendi iç dünyasıyla savaşıyor. Maceraların kimi
yerlerinde bitmek tükenmek bilmeyen, sakız gibi uzatılan kimi sahnelerden içime
fenalık geldi. (mesela şu an adını hatırlamadığım buçukluk, Geralt ve Dandelion’un
bankada yaşadıkları)
Hayal gücü kuvvetli bir adam olmakla beraber, dövüş sahnelerinin
anlatımlarını gözümde canlandırmakta gerçekten zorlandım. Witcher’in kolu nerde
bitiyor, bacağı nereden nereye dönüyor, anlamaya çalışırken beynim sulandı. Başta
Güneş olmak üzere hayranları beni dilediği kadar taşlayabilir ama bilgisayar
oyunları olmasa, bu kitapların yüzüne bakan olacağını zannetmiyorum.
Mutlu sonu dışında beni pek tatmin etmeyen bir kitap oldu. Kapak tasarımında
anladığım kadarıyla Geralt’ın bilgisayar oyunlarındaki görüntüsü kullanılıyor. Ancak
yurtdışı kapakları incelediğimizde, o kapaklardaki Geralt’ın tipi, benim
gözümde canlanana daha çok benziyor.
Kapak demişken, arka kapakta yine yere göğe sığmayan yorumlar var ama
siz yine de çok inanmayın derim. Güzel, hoş vakit geçirmek için sıkmayan, hızlı
okunan bir eğlencelik ama daha fazlası değil.
Orijinal Adı: Miecz Przeznaczenia
Yayın tarihi: Mayıs 2017 (1.
Baskı)
Almanca'dan Çeviri: Regaip Minareci
Ebat: 13,5 x 21 cm
Sayfa: 440
ISBN: 9786052991954
Goodreads Puanı: 4.40
0 Yorumlar
Yorumlarınız bizim için önemli...