Beyoğlu'nun En Güzel Abisi

"... Ya da kıyıcı adamların her zamanki hali bu; cinayet işleyenler, kurbanları ile birlikte kendi huzurlarını da öldürürler"


Eşim Ahmet Ümit hayranıdır. Başka kitabını alır mıyız bilmiyorum ama kitaplığımızda tüm kitaplarının bulunmasının nedeni bu. Benim de kitaplığımdaki tüm kitapları okumak gibi bir takıntım var. İsyan ede ede alfabetik olarak sırası gelen tüm Ahmet Ümit kitaplarını okuma nedenim bu.

Aslında kitabın ismini daha ilk duyduğumda eşimi uyarmıştım. "Bak bu da benzerleri gibi (Beyoğlu Rapsodisi, İstanbul Hatırası, Sultanı Öldürmek) İstanbul'da işlenen cinayeti değil, cinayette işlenen İstanbul'u anlatan bir polisiye" diye. Nitekim beni dinlemedi, benim aylık Asterix, Red Kit istihkakımdan fedakarlık ederek bu kitabı bana aldırdı, dahası dayanamayıp yarıda bıraktı, demin bahsettiğim hastalığım nedeni ile kabak bana patladı ve ben de sonuna kadar okumak zorunda kaldım. En baştan söyleyeyim, Ahmet  Ümit'in çok satan bir yazar olması, çılgın para kazanması asla zoruma gitmiyor. Tüm bunları kesinlikle sonuna kadar hak ediyor. Ama birileri tarafından Türk edebiyatının önde gelen polisiye yazarı olarak lanse edilmesi (ki kendi de buna çanak tutuyor), kitaplarının şaşırtıcı, sürpriz, vurucu sonlarının olduğunun iddia edilmesi sinirlerimi bozuyor. Ben şahsen kitap boyu yazarın çaktırmadan hikaye içine yedirdiği ipuçlarını fark edemeyip, kitabın sonunda "tabi ya, nasıl da anlamadım" demeyi şaşırtıcı son demeyi uygun buluyorum. Bunun yerine tüm karakterlerden en az üzerinde durulan, hakkında en az şey anlatılan kişinin, kitabın son 15-20 sayfasında verilen bir detayının hikayeye bağlanarak katil ilan edilmesi bence vurucu-şaşırtıcı vs. bir final değil. Şu hali ile kitabın her baskısında 5-10 sayfası güncellenerek rahatlıkla katil kitaptaki herhangi biri yapılabilir.

Komiser Nevzat, bu kez yılbaşı gecesi işlenen bir cinayeti araştırıyor. Yani araştırıyor dediysem lafım gelişi. Cadde, sokak, tarihi konak, meyhane, kebapçı gezerken laflıyor işte. Bol bol rakı adabı, pavyon terbiyesi, kabadayı raconları, "ah nerede o eski Beyoğlu ve soğanı ince ince doğrayacaksın tabağa, fasulyeler bir gece önceden ıslatılmış olacak" edebiyatı var. Hatta Zeynep'lerin evdeki akşam yemeği sofrası 6 sayfada anlatılırken, 8 kişinin öldüğü çatışma sahnesi 3 sayfa sürüyor. Polisiyeye bak sen. Ha Zeynep demişken, artık bu kitapla iyice suyu çıkan Ali - Zeynep aşkının naif, masum bir aşk gibi göstermek istenirken iş iyice Susam Sokağı'ndaki kuklaların aşkına dönmüş. Kreşe giden bebeleri aşkları daha bi asil, daha bi hoyrat.

Yukarıda demiştim... Ününü, kazancını sonuna kadar hak ediyor diye. Kesinlikle evet. Zira Ahmet Ümit, malzemesi kelimeler ve cümleler olan bir büyücü. Allah için kitabın her yeni sayfasını tarif edilemez bir merakla, içinizde ilerideki sayfalarda güzel bir kitap okumaya başlayacağınız umuduyla çeviriyorsunuz. "Evet inanıyorum ki bu sayfada bir şeyler olacak... Artık bir şeyler olmalı... Kesin bu sayfada artık bir şeyler anlatmaya başlayacak..." diye geçiyor aklınızdan. Ama kitap bittiğinde "eee, hani polisiye nerde" diyerek elinizde 412 sayfalık bir kağıt kütlesi ile kalakalıyorsunuz. Asıl konumuzla alakasız, gereksiz, olmasa da olur o kadar çok anlatım var ki 36. sayfada bıraktığım ayracın yerini şaşırınca okumaya 226. sayfadan devam ettiğimi, neden sonra "ben iki günde 200 sayfayı nasıl okudum ki"  diye düşünmeye başlayınca fark ettim, varın gerisini siz düşünün. 

Evet gerçekten, akıcı, hızlı okunan, insanı yormayan bir anlatımı var. Ama kendini Türkiye'nin önde gelen polisiye romancılarından biri diye lanse ediyorsan Beyoğlu'nun meyhanelerini, meze tariflerini bildiğin kadar adliye, ceza hukuku adına bir kaç satır bir şey bilmek gerek bence. Mesela savcının tutuklama talebini ağır ceza hakimi (kaldı ki ağır ceza heyeti o) değil, sulh ceza hakimi (kitap yazıldıktan sonraki hali ile sorgu hakimliği) değerlendirir.Savcı demişken, savcının birine "sayın savcım" yerine "Oğuz bey" diye hitap eden komseri sürerler aga... Hem sürerler, hem yerde sürüklerler. Değil Beyoğlu'nda cinayet soruşturmak, gebeş bi kasaba ekip otosu bile yıkayamaz hale getirirler. Gerçi İstanbul Hatırası'nı okurken akademik seviyedeki tarih bilgisine hayran kaldığım Komser Nevzat'ın bir de  çatır çatır yunan alfabesini de bildiğini görünce, sürülürse istifa edip rahatlıkla rehberlik de yapabileceğini düşünmedim değil. Ne bileyim belki de savcıyla bu yüzden bu kadar rahat konuşuyordur.

En çok eleştiri alan, Gezi Olaylarına değinilmesini, anlatım açısından başarılı, kurgu açısından gereksiz bulurken, ecnebilerin cameo dediği, yazarın/yönetmenin eserinde kendisine rol verereki kendini Nevzat'ın komşusu olarak anlattığı kısımlar çok itici geldi. Ahmet Ümit'in Komser Nevzat'ın reklamına hiç ihtiyacı yok kaldı ki. 

Kitabın benim açımdam en işe yarar kısmı bu kitapla birlikte eşimin "daha da Ahmet Ümit okumam" demesi.  Evdeki stoklardan başka (gerçi daha 8-10 tane var) Ahmet Ümit kitabı okumayacağım. Bu nedenle bu kitabın kalbimde ayrı bir yeri olacak. Ancak Nevzat'ın karısı ve kızının katilini bulduğu, Nevzat'a jübile yaptırdığı bir kitap yazarsa perhizi bozabilirim, bu da böyle biline.

Everest yayınlarından çıkan kitap, bu sefer klasik Ahmet Ümit kapaklarından farklı bir tasarımla çıkmış. Oldukça başarılı, çok güzel ama diğer yerli yazarlarda görmediğim ve gerçekten çok beğendiğim bir durumdu; Doğan Kitabın turuncu siyah, Everest'in turuncu beyaz tasarımı. Adeta yazarın imzası gibi daha yazarın adını, kitabın ismini görmeden  "bu Ahmet Ümit kitabı" diyebiliyordunuz. Neyse, yolda, plajda, herhangi bir zincir restoranda Ahmet Ümit okuru olarak rahatlıkla hava atabileceğiniz, sadece iki üç sayfayı okuyarak  soranlara karşı vaziyeti idare edebileceğiniz bir kitap. 








Yorum Gönder

0 Yorumlar