Uzun zamandır yazmıyorum. Aslında yazmak istiyorum ama olmuyor. Aklımda, hayatımda olmasını istemediğim ama bir türlü de kurtulamadığım onlarca şey var. Zihnim her zaman ama her zaman sonsuz saçmalıklarla dolu bir karalama defteri gibi. İşe yarar tek bir satır yok. Bazen ölüp bazen de öldürüp kurtulmak geçiyor içimden ama her çözüm onlarca başka sıkıntının kapısını açınca vazgeçiyorum. Nevzat’ı düşünüyorum en çok. Hayatı, parmaklarımın arasından ıslak bir balık gibi kayıp giden Nevzat’ı. Yazının tamamı...
Sevmiyor beni bu şehrin kadınları; farkındayım. Beni gördüler mi saklanıveriyorlar. Sadece kadınları mı? Söğüt dalları, asma yaprakları bile ben altlarından geçerken gölgelerine sığınmayayım diye içine kapanıyorlar. Hoş ben de onlara bayılmıyorum ya. Elimde olsa hepsinin kökünü kazırdım. Ama elimde değil işte. Işıkları bile sarmıyor be! Geceleyin sokak lambaları, gökyüzünde yıldızları, hepsi ölüm sarısı bir solgunlukta, buz gibi bakıp duruyor bana. Gece, ranzanın üst katına uzanmış tavandaki çatlakları seyrediyorum. En çok karpuz lam…
1993 yılının Şubat ayında, soğuk bir Cumartesi günü 15 yaşında bir çocuğun titreyen ellerinde açtım dünyaya gözlerimi. Nedense ondan öncesini hatırlamıyorum. Belli belirsiz birkaç insan, karton kutular, makine gürültüleri, mürekkep kokuları var aklımda ama tam net bir şey yok… İlk başta çocuğun beni koynunda saklaması hoşuma gitmişti. Hatta bunu beni soğuktan korumak için yaptığını düşünüp mutlu bile olmuştum. Meğerse saklanıyormuşuz. Ama neden ki? Saklanmayı gerektirecek ne yapmıştık acaba? Evin içine girer girmez kimseye göstermeden …
Sosyal Medya