- Bir ‘Yunus’ Romanı –
Kaçmak demeyelim istersen, Yunus, evladım, hayata tutunmak diyelim. Çünkü her kaçışın hasret gibi, gurbet gibi, firkat gibi acıları, terk etmek, gözden çıkarmak, vazgeçmek gibi fedakarlıkları vardır. Bunun için kalbi kırık olur kaçanın, içinde hasretlikler büyür. Vatandan, topraktan, sevgiliden yana hasretlikler.
-
Edirne Kitap Okur grubu ile geçen
ay yaptığımız toplantıda üzerinde mutabakata vardığımız Od’u okudum. Sayelerinde
okuma planımda hiç olmayan kitaplar ile tanışma fırsatım oluyor. Henüz mükemmel
sonuçlar alamasam da en azından farklı lezzetler aldığımı söyleyebilirim.
Kitaba başlamadan önce, ne yalan
söyleyeyim, ön yargılıydım. Baştan sona dergahta geçen, bir o dervişin, bir bu
dervişin ağzından, dünya ve ahiret adabıyla dolu, bin türlü veciz söz
okuyacağımızdan endişe etmiştim. Neyse ki korktuğum kadar değilmiş. Hatta ilk
bölümler bildiğin bir tarihi macera romanı gibi.
Efenim, yazar bize bir anlatıcı
karakter kurgulamış, Molla Kasım. Böylelikle, benzerlerine pek rastlamadığımız,
eşsiz bir örneğini Amin Maalouf’un Tanios Kayası’nda görebileceğiniz “ikinci
tekil anlatım” yolu seçilmiş. Kurguya göre kaderi Yunus Emre ile kesişen Molla
Kasım, ondan aldığı ilham ile kendisinden ve oğlundan dinledikleri ile gelecek
kuşaklara aktarılmak üzere bir biyografi hazırlamış.
Moğol istilası ile yerinden
yurdundan olan Yunus’un hayatı boyunca neleri kaybettiğini, nelere sabrettiğini
ve neleri kazandığına şahit oluyoruz. Sadece Yunus’un hayatı değil, onunla
birlikte yıkılmak üzere olan Selçuklu Devleti’nin son yılları ve Osmanlı
Devleti’nin (daha doğrusu beyliğinin) kuruluşu hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Ancak
kendi cahilliğimin de etkisi olmakla birlikte; anlatılanların ne kadarı gerçek,
ne kadarı kurgu, hangi söz, hatıra Yunus’un, hangisi İskender Pala’nın
bilemedim.
Dönem insanlarının yaşadığı
zorluklar, yayan gezilen Anadolu toprakları son derece ilgi çekici gelse de,
arka planda sürekli verilen şeyh, dergâh, derviş, tarikat, yol güzellemelerini
pek sevmedim. Bunun yanı sıra Keloğlan masalarından fırlamış gibi duran, İslamiyet’in
kendi özüne aykırı duran, kendiliğinden ortaya çıkan sofralar, söğüt dalıyla
adam kesen cengâverler ve buna benzer kerametleri abartılı buldum.
Acının birine üzülmeden diğeri geliyordu Molla Kasım. Yeni bir acıya ah edecek olsak, içimizdeki eski bir ah ağzımızdan çıkıp ona yer açıyordu.
Öte yandan yazar, bilerek ya da
bilmeyerek korkunç bir gerçeği gözler önüne seriyor; düşünsenize daha 12. yüzyılda,
nüfusu bugünkünden kat be kat az olan Anadolu’da onlarca şeyh, derviş, abdal,
kahin, tarikat, dergah, mezhep cirit atıyormuş. Ne acı. Kaldı ki o döneme ait
en güzel tanımı Yunus Emre’nin gönlünün yıldızı Sitare yapmış:
“İnsanlar yaratılışlarının gereği madde ile mana dengesinde
yaşamak isterlermiş. Madde tükenince geride bıraktığı boşluğu mana doldurur;
yahut mana yükselince madde bedeni terk edip gidermiş.”
Ne güzel söylemiş. Belki de dini
satanların zengin, kendini Allah’a en çok muhtaç ve yakın olmak zorunda
hissedenlerin fakir olması bu yüzdendir.
Zalimin karnından aşı eksilmeyegörsün, mazlumun kanına ekmek doğrar da yer.
Özel bir sebebi olmamakla birlikte
kapağı beğenmedim, kitap ile birlikte cd gelmesini esefle kınadım. İngilizce eğitim
seti mi bu, cd’de neyin nesi? Kelime, imla, yazım yanlışına gözüm ilişmedi, bu
açıdan oldukça başarılı. Ancak yüzyıllar öncesindeki dervişlerin konuşurken
Simurg, girift, taciz gibi kelimeler kullanmalarını garipsedim.
Onun dışında hayatıma yeni ufuklar
açan, iyi ki okumuşum dediğim bir kitap olmadı. Ancak anlatımı sürükleyici, anlaması kolay bir
kitap olması nedeni ile kolay okunan akıcı bir roman. Bu nedenle vakit kaybı da
diyemem.
Yayın tarihi: Ekim 2016 (17.
Baskı)
Yazar: İskender Pala
Ebat: 13,5 x 19,5 cm
Sayfa: 359
ISBN: 9786054322848
Goodreads Puanı: 4.0
0 Yorumlar
Yorumlarınız bizim için önemli...